İçeriğe geç

Evimiz yaylanın üst tarafındaydı. Burası genelde bizim gibi yazlıkçıların evlerinin bulunduğu bir bölgeydi. Aşağıda kalan kısımda ise, yaz kış aynı sakinlere sahip olan ve yapı itibariyle köyü andıran küçük bir yerleşim yeri vardı. İşte tam da orası ben ve arkadaşlarım için adeta bir cazibe merkeziydi. Oysaki ailelerimiz oraya tek başımıza gitmemiz için pek izin vermezlerdi. Biz de türlü bahaneler yaratarak ya olmayan ekmek ihtiyacını var eder ya da alınması gereken başka bir şey bulurduk. Neticede çevredeki en yakın fırın ve bakkal oradaydı. Böyle zamanlarda ortak bir noktada buluşur, rampa aşağı inen taşlı topraklı bir yoldan yürür ve en sonunda keşif bölgemize ulaşırdık. 

Şu an nasıl ikna ettiğimizi pek hatırlayamadığım ama baya bir mücadele ettiğimizi düşündüğüm bir seferinde (akşam vakti) cazibe merkezimizdeydik. Dağınık halde duran tek ya da çift katlı bahçeli evlerin etrafından geçerek fırın, bakkal ve nalbur gibi esnafların bulunduğu sokağa ulaşmıştık. Evlerimize hemen gitmemek için de sokağın başındaki dondurmacının önünde biraz oyalanmış, daha sonra külahtaki dondurmalarımızla dönüşe geçmiştik. Sokağın bitiminde bizi hoplaya zıplaya indiğimiz yokuş bekliyordu. (Arabayla 5, yürümeyle 10, bizim gibilerin yaylanmasıyla 30 dakikada çıkılabilen bir yokuş)

Ancak daha sokağın ortasındaydık ki biraz ileride bir kalabalık olduğunu fark ettik. Üstelik o noktadan çığlıklar ve bağrışma sesleri geliyordu. Elimdeki dondurmanın akmaması için verdiğim mücadeleyi bir anda sonlandırdım. Arkadaşlarım da benim gibi ürkmüş olmalıydı ki hızlıca kol kola giriverdik. Yürüdükçe sese yaklaşıyorduk ama mecburduk o tarafa gitmeye, evlerimize ulaşmanın tek yolu oradan geçmekti. Geçtik de… Ancak tüm o süreç, benim için oranın tüm cazibesini yitirmesine sebep olmuştu: 

Saçından sürüklenen bir kadın. 

Yanında ağlayan çocuk. 

Ağzından köpükler dolusu küfür fışkıran bir adam. 

Hem telaş içindeydik hem de merak. Normalde son derece tenha olan sokakta, insanlar bir araya gelmiş, hiçbir şey yapmadan türlü hallerde izliyorlardı olan biteni, birbirlerinin fısıltıları eşliğinde… Ve o fısıltılar mesela şöyle şeyler diyordu:

– Gene içmiş kesin!

-Yazık ya…

-Baksana artık evde değil sokakta döver oldu…

Bu cümleleri biçim olarak yanlış hatırlıyor olabilirim ama içerikleri kesinlikle bu şekildeydi. Ancak defalarca duyduğum ve biçiminden de içeriğinden de emin olduğum bir tanesi vardı ki hala aklıma geldikçe midem bulanır:

“Aile içi mesele karışılmaz!”

Bit kadar boyumuzla dehşete kapılmış bir halde yürürken oradaki kadınlardan birine hep bir ağızdan “Polis çağırsanıza, neden çağırmıyorsunuz!” diyebilmiştik. Kadın ve tüm çevredekiler bize ters ters bakıp suratımıza “Aile içi mesele karışılmaz!” cevabını yapıştırıvermişlerdi. Hem biz kim oluyorduk ki küçücük boyumuzla üstelik yalnızca yazları gelen şehirliler olarak kendi insanlarının işine karışıyorduk… 

O yokuşu beş dakikadan az bir sürede çıktık ve annelerimizin seslenmesine gerek kalmadan doğruca evlerimize gittik. Üstümüz başımız erimiş dondurma yüzünden batmış, ödümüz patlamış, içimiz ağlamıştı… Hala o anı hatırladığımda, içime dökülen damlalar hissederim. 

Ailelerimiz pek yorum yapmamışlardı ancak bizim o tarafa gidişimiz “ara sıra” dan “nadir” hale getirilmişti. Hoş, kendi adıma söyleyebilirim ki zaten bende de gitmek için istek kalmamıştı. O kadını bir daha görebilsem ve ona yardım edebilsem şeklindeki arzum ne kadar çoksa, diğerlerini gözümün göresi yoktu. 

O zaman ne kadar tiksindiysem, şimdilerde daha da çok “Aile içi mesele karışılmaz!” lafından tiksinirim. 

İlk okulda ilk öğretilenlerden biri şu bilgidir:

“Aile toplumun en küçük birimidir.”

O halde?

Biz bu toplumun bir bireyiysek ve de insansak gerçek anlamıyla, bu gibi işkencelerin ve şiddetin karşısında o cümleyi değil sarf etmek düşünemiyor olmalıyız.

Çocukken şahit olduğum o olayın benzerlerini bir yetişkinken hala duyuyor, izliyor ve okuyor olmaktan ötürü de utanç duyuyorum. 

“Aile içi mesele, karışılmaz” gibi kodlamaları bilinçli ya da bilinçsiz olarak normalleştirmiş olanları “kınıyorum” diyeyim, kibarca…

İyi haber şu ki artık “normal” önüne eklenen -a harfi daha baskın hale gelmekte ve mücadeleler artmakta. Anormal olan bu normalliğin ta kendisi.

En güzeli de birilerine ve bir şeylere “Rağmen” hareket edebilmek…