İçeriğe geç

Yılanın biri çalının çırpının içinde canı sıkkın bir şekilde dolanıyormuş. “Evden kimseye görünmeden nasıl da çıkıverdim. Of, oysa daha çok eğlenirim sanıyordum ama hiç de öyle olmadı.” diyerek bir yandan da kendi kendine söyleniyormuş. Derken karşısında iki katlı bir bina çıkmış. “İşte eğlence vakti!” demiş. Kimseye görünmeden de önce binanın bahçesinden, sonra da kapısından usulca süzülerek içeri girmiş. Hangi katı seçeceği konusunda önce kafası karışmış ama sonra macerası daha heyecanlı olsun diye, üst kata çıkmaya karar vermiş… Aslında bu kararı son derece tehlikeliymiş çünkü acil bir durumda o binadan çıkması oldukça zaman alacakmış. O süreçte dört dairenin sakinleri onu kolayca yakalayabilirlermiş. Gelin görün ki kendisi bu durumu hiç umursamamış, korkuyla karışık bir heyecanla, yukarıya doğru ilerlemeye başlamış. 

Derken yukarı kattaki dairelerden birinin kapısı açılmasın mı? Tamam aslında bu harika bir durummuş, böylece beklemek zorunda kalmadan içeri girebileceği bir yer olmuş ama daha tam olarak üst kata varmamış ki… Sokuşturmuş kendisini duvar köşesine, görünmemek için kıvrılmış da kıvrılmış. Başarmış da! Kapısı açılan daireden çıkan kadın, elindeki çöp kovasıyla aşağı inerken kendisini fark etmemiş. Bizimki de fırsatını yakalamışken, kalan mesafeyi aşarak daireden içeri girivermiş. İçeri girmiş de ne tarafa gideceğine bir türlü karar verememiş. Bu kararsızlık içerisinde de kalıvermiş ortada, aynı karşısında kalakalmış duran kadın gibi… 

Kadın boşalttığı çöp kovasıyla içeri girdiğinde görmüş kendisini. Kısa süreli bir şaşkınlığın ardından da “İmdat!” diye bağırmaya başlamış. Bizimki hala ne tarafa kaçacağını düşünürken, kadın çığlıklarıyla birlikte odalardan birine girmiş, kapısını da pat diye kapatmış. Oysa dairenin giriş kapısı sonuna kadar açık kalmış. Kadın ara sıra “imdat!” diyerek yardım istemeye devam ediyormuş ama gelen giden yokmuş. Zaten kadının sesi de gittikçe cılız bir hale gelmiş. Bizimki o esnada giriş kapısında etrafı kolaçan ediyormuş. Karşı dairede bir hareket olmamış. Kapısı da hiç açılmamış. Ancak aşağı kattan sesler geliyormuş. 

Biri diğerine “Kadına da ne çok üzülüyorum vah vah! Yine dayak yiyor kesin” derken, diğeri onun vah vah’ına yenilerini eklemiş, üstüne de “Komşum, aile içi mesele karışılmaz!” şeklinde fikrini bildirmiş. Komşusu da “Aile içi mesele karışılmaz!” cümlesini aynen tekrar etmiş, üstüne de “Bize ne” demiş. ÇAT!  Kapıları hızlıca kapanıvermiş. 

Bizimki bu durumdan istifade edip aşağı doğru yol almaya başlamış. “Hayret, nedense çok eğlenmedim. Hatta canım daha da sıkıldı sanki.” diye geçiriyormuş içinden. O da ne? Bu seferde az önce kimsenin olmadığını düşündüğü üst kattaki dairenin kapısı açılmasın mı? Çok sessiz konuştuklarından pek bir şey duyamıyormuş ama “Bitti galiba” sözünü işitmiş. Ardından o kapı da kapanıvermiş. Oysa karşı komşularınınki hala açıkmış. Kadından da hala bir ses çıkmıyormuş. “Korkudan bayılmış olabilir mi acaba?” diye endişelenmiş bizimki. Kafasındaki düşüncelerle de alt kata varmış hatta çıkış kapısına bile yaklaşmış. Az önceki konuşmaların geldiği iki dairenin kapılarına göz gezdirmiş. 

“Çıkmazlar herhalde, bugünlük bu kadar.” diye geçirmiş içinden. Meğer bu bir yanılgıymış. Kapılardan biri açılıvermiş. Adam tam adımını dışarıya atıyormuş ki bizimkini görmüş. Kısa bir bakışmanın ardından “Yılan Var, Yılan” diye bağırmış. Onunkisi kadınınki gibi değilmiş. Hatta bağırma bile sayılmayabilirmiş. Zaten bir yerlere de kaçıvermemiş. Kapıda durmuş, öylece yılana bakıyormuş. 

Az önce kapatılan üst kattaki kapı, tekrar açılmış. Fısıldamalarının yerini bu sefer yüksek sesle konuşma almış.  “Ne var ne var?” Adam duyabilmeleri için bağırarak “Yılan” demiş. Kapı yine kapanmış. O kapanırken adamın karşısındaki kapı aralanmış. “Yılan mı var?” diye sormuş. Adam başıyla onaylamış. Hop, o kapıda kapanıvermiş. Adam cevap veriyormuş ama başka da bir şey yapmıyormuş. Tek o mu? Yılan da. Ta ki adamı arkadan biri dürtüp içeri çekene kadar… O biri, adamı çekerken “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” demiş. Aslına bakılırsa, tüm kapılar o şekilde kapanmış; kimisi sesli bir şekilde dile getirmiş, kimisi içinden geçirmiş. Hepsi de söylemleriyle bir yılanın ömrüne ömür katıvermiş… 

Bizimki bu olan bitenin ardından, önce kapıdan sonra da bahçeden çıkmış. Çıkar çıkmaz da karşısında telaş içindeki ailesini görmüş. “Sana dokunan oldu mu hiç” diye sormuş biri. “İyi misin?” diye sormuş diğeri. “Varsa yapılacak bir şey hep birlikte yapalım hadi!” demiş ötekisi. Bizimki “iyiyim, kimse bana bir şey yapmadı” diyerek cevaplamış hepsini. Tüm kardeşleri sarılmış kendisine, haliyle azıcık da birbirlerine dolanmışlar. O esnada boğuşuyor gibi görünüyorlarmış. 

Çalının içinden bir yılan kafası çıkmış. Sonra diğer çalılıktan bir başkası. Bir tanesi “Ne yapıyorsunuz öyle, kardeşinize bir şey mi yapıyorsunuz?” diye sormuş. “Yok yok, hiç olur mu kardeşimizi bulduk da sevinçten ne yaptığımızı bilmiyoruz” demişler. Bizimki de sevinçle onaylamış. Kafalardan biri “Biliyorsunuz, birimiz hepimiz için. Biri diğerine zarar veriyorsa, ailesinden bile olsa, müdahale ederiz.” demiş. Başka çalılıklardan yanlarına gelen birkaç tanesi daha olmuş. “Peki sen o binadayken bir şey oldu mu? Canını yaktılar mı?” şeklinde sorular sormuş diğerleri. O da “Yok bana bir şey yapmadılar ama birbirlerinin canını yaktılar” demiş.  Onun haricinde kimse bu cümleden bir şey anlamamış. Bir süre daha konuştuktan sonra da hepsi sürünen bedenleri ve dimdik ruhlarıyla farklı yönlere doğru gitmiş. 

“BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YIL YAŞASIN, DİYEREK YAŞATTIĞIMIZ YILANLARIN BİR SONRAKİ HEDEFİ SİZ OLURSUNUZ” 

AZİZ NESİN