İçeriğe geç

Kargo firmasına teslim edeceğim paketi sıkıca tutmuş, yumuşamaya çalışan adımlarımla ilerliyordum. Aslına bakarsanız yürümekten çok adımlarımla mücadele ediyordum. Genellikle hızlı yürümeyi tercih ettiğimden ve koşturup duran bir ruha sahip olduğumdan işte bu yavaşlama çabası beni biraz zorluyordu. İçimden kendime havanın ne kadar güzel olduğunu ve yerdeki sonbahar yapraklarının renklerini fark etmem gerektiğini söylüyordum. Üstüne basa basa, bir yere yetişmek zorunda olmadığımı hatırlatıyordum çünkü yavaşlamaya ihtiyacım olduğunu biliyordum.

Sohbet içimde devam ederken, çok yakından gelen bir davul sesi bir anda dikkatimi çekti. Artık nasıl bir sohbetse davul sesini bile bastırmıştı. O esnada arkamda bıraktığım pek çok sokak gibi, yine birinden çıkmış ancak bu sefer bir caddeye girmiştim. Aslında hemen paralelinde, beni gitmek istediğim noktaya ulaştıracak bir cadde daha vardı, hatta o ana caddeydi ama ben oradan yürümeyi tercih etmemiştim. Hedefime arka taraftan ulaşacaktım.

Bulunduğum bu cadde sessiz ve sakindi. Ana caddede sürekli hareket halinde bulunan arabaların aksine, buradakilerin çoğu park halindeydi. Ara sıra birkaç tane hareket edenini saymazsak, upuzun bir otoparkta olduğumuzu bile söyleyebilirdim. İnsan trafiği de benzer şekildeydi. Ön tarafta ne kadar insan varsa bu caddede de bir o kadarı yoktu. Caddenin iki tarafında yüksek katlı binalar vardı ki bu binalar kendi aralarında kümelenmiş halde siteleri oluşturuyordu. Hepsinin de kendisine ait bir bahçesi vardı.Bahçelerdeki ağaçlarla, cadde üstündeki ağaçlar bir aradayken, harika bir görüntü ortaya koyuyordu. Belki de sırf bu yüzden bu yoldan gidiyordum, bir lokma doğa tadında….

Her adımımda sese daha da yaklaşıyordum. Hoş, başka kaç tane ses vardı ki? Üstelik bu ses, beni bir başka ruh haline sokmuştu. Yolda rastladığım tek tük suratın ardında da aynı coşkuyu ve mutluluğu hissediyordum. Nihayet biraz daha ilerlediğimde, davul sesinin kaynağına ulaştım. Tamamıyla merakımdan başımı o yöne çevirdim. Sitelerden birinin bahçesindeki açık otoparkta bir gelin arabası vardı. Etrafında yine çok sayılmayacak bir insan kalabalığı, birlikte bekliyorlardı. Belli ki damat gelini almaya gelmişti ve birazdan da oradan ayrılıp yola çıkacaklardı.

Davul sesinden sonra dikkatimi çeken ikinci şey gelin arabası olmuştu. Kaçlı yıllara ait olduğunu bilemediğim nostaljik bir araba seçilmiş, amacına uygun şekilde bir güzel süslenmişti. Süslü püslü haliyle o da diğerleri gibi bekliyordu. İçimden “Keşke hemen çıksalar da arabayı hareket halinde görebilsem.” diye geçirdim. Az önce yavaşlamakta inat eden ayaklarım, sırf o görüntünün hatırına az kalsın duracaklardı. Böyle bir şeyi yapmak pek benlik olmadığından minik adımlarla yürümeye devam ettim. Ben ilerledikçe davulun sesi benden uzaklaşıyordu. Sanki benim iyice uzaklaşmamı bekliyorlarmış gibi, aramızdaki mesafe artınca, kulağıma davul sesine karışan korna sesleri gelmeye başladı. Gidiyorlardı. Ses bana doğru yaklaşmadığında göre artık yollarımız tamamıyla ayrılmıştı.

 

Davulu duydunuz mu gümbür gümbür?

Ona eşlik edenlerin seslerini?

Fark ettiniz mi hızla atan kalbimi?

Hepsi coşkunun peşinde…

 

Bir süre sonra cadde eski haline dönmüştü. Ben de o esnada yolu neredeyse yarılamıştım. Hemen ilerideki dört yol ağzını geçince, yolun kalan kısmı başlayacaktı. İlki ne de çabuk bitiyordu…

 

Vur davulcu davula güm güm gümlesin!

GÜM!

 

Adımlarımı izlemek için yere bakan başımı, yukarı kaldırdım. Kaldırır kaldırmaz, önce parçaları gördüm her yere saçılmış… Ardından dumanı, bulut gibi iki arabayı sarmış…

O iki araba, o dört yol ağzında öyle bir çarpışmıştı ki… Öyle hafifçe bir dokunma da değildi.

Duyduğum sesin gücü, arabaların darmadağınık halleri ve nereden çıktıklarını anlayamadığım bir sürü insanın koşturan hali…

Her biri kazanın şiddetinin ispatıydı.

Olayı algılamam çok kısa sürdü ve ben de diğerleri gibi o tarafa doğru koşmaya başladım. Yolun başında yavaşlaması için mücadele ettiğim o adımlarım var ya hani, son süratlerine ulaşmışlardı.

Kaza yapan araçlardan her ikisinin sürücüsü biz onlara doğru koşarken araçlarından inmişti. Biri anlamsız bakışlarla hangi yöne gideceğini bilemez haldeydi. Diğeri şoka girecek halde bile değildi. İndiği gibi arka kapıya yönelmişti. Olay yerine yaklaştığımda ben de onunla aynı şeyi yaptım. Arabanın arka kapısı açıktı.  Arka koltukta, bacakları dışarıda olacak şekilde yan oturan bir kadın gördüm; ağzı burnu kan içindeydi.

güm…

Yapılması gerekenler yapıldı, söylenmesi gerekenler söylendi. Ve ben elimdeki paketi hatırlayarak yola devam ettim. Etrafımdaki o tanımadık suratların ardında benimkiyle aynı olan korkuyu ve mutsuzluğu hissetmiştim. Kalbim yine hızlı hızlı atıyordu; sebebi farklı, ritmi aynı biçimde. Kargo firmasına ulaştığımda ardımda bir cadde üstünde bıraktığım iki kare, elimde de elimden bırakamadığım bir paket vardı.

 

Başı sonu belli olan bir yolun yaşattıkları meğer ne kadar da değişkenmiş…

Ömür gibi…